Nietzsche Ağladığında



Gerçeklik ve Hayal Arasındaki Sınırların Bulanıklaştığı Bir Kurmaca Dünyası: Nietzsche Ağladığında Romanının Postmodern Bir Analizi

Gerçeklik ve Hayal Arasındaki Sınırların Bulanıklaştığı Bir Kurmaca Dünyası: Nietzsche Ağladığında Romanının Postmodern Bir Analizi

Öz

Nietzsche Ağladığında romanı, Amerikalı psikiyatrist ve yazar olan Irvin David Yalom tarafından kaleme alınan, psikanaliz, felsefe ve edebiyatı birleştirerek kurgulanmış popüler bir romandır. 19. yüzyılın sonlarında Viyana’da geçen hikâye, yaşamının son dönemlerinde ölüm korkusuyla birlikte varoluşsal kaygılar yaşayan umutsuz filozof Nietzsche’nin, hayatındaki kişilerle olan ilişkilerini, geçmişteki travmalarını ve hayatta kalma mücadelesi verirken gerçek ile hayal arasındaki sınırın da oldukça bulanık işlendiği bir kurmacayı anlatır. Öyle ki bu kurmaca, gerçek tarihi figürleri roman içinde hayali bir dünyada buluştururken, aynı karakterlerin roman içinde de gerçeklik ile hayal arasındaki sınırını çok belirsiz tutar. Gerçeklik ile hayal arasındaki bu belirsizlik eserin temel özelliklerinden biridir. Roman, aynı zamanda ana karakter olan Nietzsche’nin, yaşamından alınan gerçek olayları anlatmakla kalmayıp, bununla birlikte onun felsefi düşüncelerini ve bu düşüncelerin roman karakterlerinin üzerindeki etkisini de ele alır.  Ayrıca, yapısal karmaşıklık, ironi, parodi, metinlerarasılık ve tarihsellik gibi postmodernist özellikleri de içermektedir. Gerçeğin tek bir nesnel gerçeklik olmadığı fikrini benimseyen Postmodernizm, farklı bakış açılarının gerçekliği oluşturduğunu iddia eder. Nietzsche Ağladığında romanı da gerçeği çoğulculuğun ve farklı bakış açılarının birleşmesiyle sunarken, bununla birlikte bireysel öznelliğe de vurgu yapar. Bu makale ise romanın postmodern bir perspektiften ele alınarak, gerçeğin ve bilginin inşasında anlatıların rolünü ve postmodernist eleştiri yöntemlerinin uygulanabilirliğini tartışacaktır. Ayrıca, romanın psikanaliz, felsefe ve edebiyat arasındaki kesişimini ele alarak, disiplinlerarası bir yaklaşım sunacaktır. Sonuç olarak, Nietzsche Ağladığında romanı, postmodern edebiyat geleneği içinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Romanın anlatısal stratejileri, postmodernizmin karakteristik özelliklerini yansıtırken, gerçekliğin inşasına dair tartışmaları da gündeme getirmektedir. Bu çalışma, romanın postmodernist anlatılarına odaklanarak, postmodern edebiyat alanındaki tartışmalara katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
 
Anahtar Kelimeler: Nietzsche Ağladığında, Irvin Yalom, Postmodernizm


Giriş

Friedrich Nietzsche, modern düşünce tarihinin en etkili ve oldukça tartışmalı figürlerinden biridir. 19. Yüzyılın sonlarında yaşayan Nietzsche, din ve ahlaki değerler gibi geleneksel Batı fikirlerine duyduğu şüpheciliği, bireysel inançsızlığı ve radikal felsefi görüşleriyle tanınır. Onun fikirleri, Batı düşüncesindeki temel kavramları ve değerleri sorgulayarak, modern düşüncenin temelini oluşturmuştur. Felsefesinde, insan doğasının sıradanlığına ve anlamsızlığına vurgu yaparak, insanın bireysel düşünme becerilerini geliştirmesinin gerekliliğine inanır. Aynı zamanda, hayatın anlamını insanın kendisinin yarattığına inanarak, insan iradesinin mutlak özgürlüğünü savunur. Bununla birlikte, Nietzsche yaşamı boyunca, derin psikolojik sıkıntılar çekmiş ve bedensel hastalıklar yaşamıştır. Bu sebeple, onun felsefesi hem teorik hem de kişisel bir boyuta sahiptir. 

Kendi zamanında pek az kişi tarafından anlaşılan Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında; “Beni anlamıyorlar. Ben, bu kulaklara uygun ağız değilim” (Nietzsche, 2019, s. 52)  ve bir diğer kitabı Ecce Homo’da da; “Bana lazım olan yarından sonraki gündür. Çünkü bazıları öldükten sonra doğar” (Nietzsche, 2003, s. 48) diyerek yaşadığı dönemde bunun çok farkında olduğunu göstermiştir. Çünkü o, fikirlerinin bulunduğu çağ için çok fazla radikal ve özgün olduğunun farkında olarak, bu fikirlerinin anlaşılamayacağı, anlaşılsa dahi kabul edilemeyeceğini biliyordu. Nietzsche’nin bu söylemleri onun sık sık hissettiği yalnızlık duygularını açıkça ifade etmektedir. Fakat, Nietzsche’nin fikirleri kendi zamanında büyük çoğunluk tarafından reddedilmiş olsa dahi, zamanla edebiyat, sanat, felsefe ve kültür üzerinde kalıcı ve oldukça önemli bir etki yaratmıştır. Günümüzde de hâlâ birçok düşünür ve yazar tarafından incelenmekte ve tartışılmaktadır.

Irvin Yalom da bu tartışmalı ve sansasyonel filozofu, onun radikal fikirleri ve ümitsizliğiyle ele alarak, 1992 yılında, Nietzsche Ağladığında ismiyle romanlaştırmıştır. Nietzsche’nin yukarıda verdiğimiz, bulunduğu zamanda anlaşılamayacağını ifade ettiği fikrine, Yalom, roman içerisindeki bir diyalogda: “Belki de arkadaşınız dünyaya erken gelmiştir” (Yalom, 2010, s. 13) diyerek gönderme yapmaktadır.

Yalom, eserini öğretici roman olarak niteler. Aslında Yalom, Nietzsche Ağladığında romanı ile Nietzsche’nin, insanların yaşamlarını anlamlı kılmak ve zihinsel acılara anlam katmak olarak niteleyebileceğimiz felsefesini romana yansıtmıştır. Irvin Yalom da Nietzsche’nin felsefesinin insan psikolojisine uygulanabilirliğine dikkat çekmeye çalışarak bu önemli kurmacayı kaleme almıştır.

Nietzsche’nin felsefesi, hayatının son yıllarında yaşadığı ciddi bir manik depresif hastalık sebebiyle sekteye uğramış, değişmiştir. Bu durum, onun insanlığı derinlemesine anlama çabasına son vermiş ve büyük bir ümitsizliğe kapılmasıyla sonuçlanmıştır. İşte Irvin Yalom da Nietzsche’nin bu ümitsizliğini, Dr. Josef Breuer'in psikoterapisi altında işleyen kurgusal bir hikâye içinde ele almıştır. Yalom, ütopik bir zaman ekseninde kurduğu bu yarı gerçek ve yarı hayal olan romanıyla, felsefe ve psikolojinin düşünsel yoldaşlığını etkili bir şekilde işlemiştir. Yalom, Nietzsche'nin psikolojik sorunları ve felsefi düşünceleri arasındaki bağlantıları ele alırken, insan doğası, özgürlük, aşk ve ölüm gibi birtakım temel konuları da tartışmaktadır. Ayrıca insanların düşünsel acılarıyla nasıl başa çıkabilecekleri konusunda ipuçları da sunar. Bunun yanı sıra, insanların yaşamlarına anlam katabilecekleri yolları da ele alır. Kitapta, insanların yaşamlarını anlamlı hale getirebilmek için kendilerine yeni amaçlar belirlemeleri, kişisel gelişimlerine odaklanmaları ve diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmaları gerektiği gibi önerilerde de bulunulur.

Yalom’un, hayalin bile gerçek olacak kadar başarıyla yansıtıldığı Nietzsche Ağladığında romanı, hem Nietzsche’yi ağır metinlerden uzak bir şekilde daha kolay anlamak isteyenler için önemli bir kaynak, hem de psikoloji ve felsefe arasındaki bağı görmek isteyenler için önemli bir okuma materyalidir.

Nietzsche Ağladığında romanının yapısal özellikleri postmodernizmle ilişkilendirilebilir. Özellikle, zaman ve mekânın parçalı ve farklı perspektiflerden sunulması, postmodernist bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Bununla birlikte karakterlerin birbirleriyle olan diyalogları ve iç monologlar, farklı anlamların ve yorumların yapılabilirliğini mümkün kılarak metinler arası bir yapıda sunulmuştur. Ayrıca roman, postmodernizmin eleştirel bakış açısını da yansıtmaktadır. Modern düşüncenin temellerini sorgulayarak onun yanılsamalarına karşı çıkmaktadır. Postmodernizmin eleştirel bakış açısı da modern düşüncenin yanılsamalarına karşı çıkmakta ve modernizmin kurumsal ve ideolojik yapılarını eleştirmektedir. Roman, postmodernizmin temel özellikleriyle bütünleşen, metinler arası bir yapıya sahip ve modern düşüncenin eleştirel bakış açısını yansıtan önemli bir eserdir. Roman, modernizme meydan okuyarak; çoklu anlamlılık, paradoks, öznellik ve metinlerarasılık gibi postmodern kavramlarını çokça kullanarak felsefi düşüncelerin sınırlarını zorlamaktadır.

1. Nietzsche Ağladığında

Nietzsche Ağladığında romanı, yaşamının son dönemlerinde ölüm korkusu ve varoluşsal kaygılar yaşayan Alman filozof Friedrich Nietzsche'nin, Dr. Josef Breuer ile Viyana'da karşılaşmasını konu edinir. Roman, bu karşılaşmanın her iki karakterin iç dünyalarında ve felsefi düşüncelerinde ne tür değişimler yarattığını merkezine alır. 

Nietzsche'nin, yaşamının son dönemlerindeki varoluşsal sıkıntıları ve ölüm korkusu, onun kişisel ve felsefi hikayesinin merkezinde yer alır. Breuer, Nietzsche'nin bu derin travmalarını ve iç dünyasındaki sıkıntıları tedavi etme çabasında, kendi kişisel ve profesyonel yaşamındaki etik ve duygusal sorunlarını da göz önüne serer. Bu iki figürün çatışma ve bir çıkış arayışları, romanın genel hikayesini yönlendiren dinamiklerdendir.
Yalom, bu süreci anlatırken, gerçek ve hayal arasındaki sınırları bulanıklaştırır. Bu bulanıklık, okuyucuya düşündürücü bir deneyim sunmakla birlikte onları felsefi ve psikolojik keşiflere yönlendirir. Ayrıca, bu yaklaşım, romanın kurgusal ve tarihi gerçekliğinin birbirine karıştığı bir atmosfer yaratır, böylece okuyucunun karakterlerin iç dünyalarına ve yaşamlarına daha derin bir anlayış kazanmasını sağlar.
Yalom, bu kurgusal hikayesini, dönemin önemli figürlerini ve düşüncelerini içeren geniş bir tarihsel ve felsefi arka plan üzerine yerleştirir. Roman, Nietzsche'nin yaşamını ve felsefi düşüncelerini, dönemin diğer önemli kişilikleri ve düşünceleri arasında yer alan bir bağlamda inceler. Örneğin, Sigmund Freud'un düşünceleri, Nietzsche'nin felsefi düşüncelerinin ve Breuer'ın psikanalitik uygulamalarının anlaşılmasında önemli bir rol oynar.

Ayrıca, romanın içerisinde psikolojik, dini, cinsel ve felsefi öğelerin yanı sıra, Lou Andreas-Salomé gibi önemli bir figür de ele alınmaktadır. Salomé, Nietzsche'nin hayatında önemli bir yere sahip olan biri olarak bilinmektedir. Salomé, Nietzsche'nin felsefi düşüncelerine ve kişiliğine olan ilgisini derinleştirmiş ve onun düşüncelerinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır. Bu nedenle, Salomé'nin varlığı, Nietzsche Ağladığında romanında da sık sık karşımıza çıkmaktadır.

Romanın anlatısı, dönemin önemli kişiliklerini ve fikirlerini de içine alan tarihsel bir arka plan üzerinde şekillenir. Bu bağlamda, Sigmund Freud'un düşüncelerine de yer verilerek, psikanaliz ve felsefenin etkileşimi gözler önüne serilir. Nietzsche ve Breuer'in ilişkisi, roman boyunca iki karakterin kendi iç dünyalarında ve birbirleriyle kurdukları diyaloglarla derinleşirken, felsefi ve psikolojik sorunlara dair çarpıcı tartışmalara da zemin hazırlar.

Yalom'un bu başyapıtı, felsefe, psikanaliz ve edebiyatı etkileyici bir şekilde birleştirerek hem gerçek tarihi figürlerin hem de kurgusal karakterlerin hayatlarına dair özgün bir bakış sunar. Roman, dönemin sosyo-kültürel atmosferini ve insanın varoluşsal kaygılarına dair düşünceleri aktarırken, okuyucuya farklı disiplinlerin kesişiminde yer alan postmodern bir eser deneyimi yaşatır.

2. Postmodern Edebiyat ve Eleştiri Yöntemlerinde Eserin Yeri

Postmodern edebiyat, modernizmin ardından gelişen bir edebiyat hareketidir ve genellikle 1950'lerden başlayarak 1980'lerin sonuna kadar süren bir dönemi kapsar. Bu hareket, modernizmin sıkı kalıplarından sıyrılmış ve geleneksel edebi formları eleştirel bir bakış açısıyla sorgulamıştır. Postmodern edebiyat, modernizm edebiyatından farklı olarak gerçeklik ve nesnellik kavramlarının sorgulanması üzerine odaklanan bir akımdır. Bu akım, gerçeklik algısının değiştirilerek, okuyucunun gerçeklik algısını sorgulama amacı taşır. Ayrıca gerçeklik ve bilgi kavramlarının nesnel olmadığına, aksine kişisel deneyimlerden etkilendiğine dair genel bir özellik içerir. Bu sebeple, postmodern edebiyat, kurgusal hikayelerde olayların kronolojik sırasını karıştıran ve anlatım biçimlerinde farklı teknikleri kullanarak gerçekliği sorgulayan bir üslup benimsemiştir. Ayrıca, postmodern edebiyat eserlerinde, yazarın kimliği, öznel deneyimleri ve dünya görüşü belirleyici bir rol oynar. Bu sebeple, postmodern edebiyat eserleri, birbirinden oldukça farklı tarzlar ve teknikler kullanabilirler. 

Postmodern edebiyatın özellikleri arasında, metinlerarasılık, ironi ve parodi kullanımı, çoğulcu ve öznel bir yapı sunma, yapısal karmaşıklık ve tarihsellik gibi unsurlar yer alır. Postmodern edebiyatın eleştiri yöntemleri, genellikle gerçeklik ve nesnellik kavramlarının sorgulanması üzerine odaklanır. Bu eleştiri yöntemleri, herhangi bir metnin nesnel bir gerçekliğe sahip olmadığını savunarak, metnin farklı okumaları ve yorumları barındırabileceğini ileri sürer. Bu nedenle de postmodern eleştiri yöntemleri, metnin öznel yapısına vurgu yaparak, farklı yorum ve anlam olasılıklarını ortaya çıkarmayı hedefler.

Metinlerarasılık kavramı, postmodern eleştiri yöntemleri arasında en önemlilerinden biridir. Bu kavram, yeni bir metnin başka bir metne, hikâyeye veya kavrama göndermeler yaparak, yeni anlamlar oluşturmasını ifade eder. Bu yöntem, okuyucunun metni daha derinlemesine anlamasına ve metnin çeşitli yönlerinin farkında olmasına olanak tanır. İroni ve parodi kullanımı ise postmodern eleştiri yöntemleri arasında bir diğer önemli unsurdur. Bu yöntemler, metnin farklı anlamlarının altını çizmek için kullanılır ve genellikle metnin öznel yapısına dikkat çeker. Bu sayede, metnin farklı yönlerinin anlaşılması ve metnin gerçekliğinin sorgulanması sağlanır. 

Yapısal karmaşıklık da postmodern edebiyatın eleştiri yöntemleri arasında öne çıkan bir unsurdur. Postmodern metinlerde, anlatı tekniği ve yapısı, sıklıkla karmaşık bir şekilde yapılandırılmıştır. Bu yapısal karmaşıklık, okuyucunun gerçeklik algısını sorgulamasına ve metnin farklı yorumlarını oluşturmasına olanak tanır.

3. Nietzsche Ağladığında Postmodern Temalar

Nietzsche Ağladığında romanı psikoterapist Josef Breuer ve ikonik filozof Friedrich Nietzsche arasındaki terapötik ilişkiyi incelerken, hikâye boyunca bireyin rolü, gerçek ve kurgu arasındaki ilişki, gerçekliğin doğası da dahil olmak üzere bir dizi postmodern temayı araştırır. Bu temalar eserin yapısal karmaşıklığında ve yenilikçi anlatı tekniklerinde yansıtılarak, okuyucuyu hem entelektüel açıdan uyarıcı hem de duygusal açıdan yankı uyandırıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. 

Romanın en çarpıcı postmodern öğelerinden biri yazarlık belirsizliği ve rollerin akışkanlığıdır. Örneğin roman içinde hasta olan Nietzsche, çoğu zaman Dr. Breuer’e danışmanlık yapar, onun sorunlarını dinler ve birtakım çözümler üretir. Bu durum, iyileştirici ile iyileşen arasındaki çizgileri net bir şekilde bulanıklaştırır. Bu belirsizlik, hem rollerin ve kimliklerin sabit olmadığını hem de bunların sosyal etkileşimler ve ilişki dinamikleri bağlamında inşa edilip yeniden yapılandırıldığını yansıtan postmodern bir bakış açısının varlığını gösterir. Ayrıca, geleneksel rollerin ve merkezi hiyerarşilerin sorgulandığı postmodern decentering temasını da yansıtır.

Hikâye, felsefi diyaloglar, terapötik oturum ve kişisel iç monolog gibi çeşitli modlarla gelişir, bu da çoklu bakış açılarını yansıtarak okuyucunun romandaki olayları farklı perspektiflerden görmesini sağlayarak, hikâyenin daha kapsamlı bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olur. Ayrıca bu çok yönlü perspektif, hikâyenin çok yönlü olmasını sağlamakla birlikte doğrudan bir plot yerine fikirlerin derinlemesine bir incelemesini sunar. Daha nüanslı, karmaşık bir insan bilinci ve varoluş araştırması lehine, okuyucunun lineer bir anlatı beklentisini bozar. Çünkü her karakterin romandaki olaylara dair kendine özgü bir bakış açısı vardır ve anlattıkları çoğu zaman birbiriyle çelişir. Bu da romanda, postmodern kurgunun karakteristik özelliği olan bir belirsizlik ve muğlaklık hissi yaratmaktadır.

Ayrıca, Nietzsche Ağladığında, postmodern edebiyatla sıkça ilişkilendirilen bir başka anlatım tekniği olan tarihsel üst-kurmacanın güzel bir örneğidir. Roman, gerçek tarihsel figürleri ve otantik felsefi fikirleri içerir fakat onların etrafında kurgusal bir anlatı inşa eder. Nietzsche, Breuer, Salomé ve Freud 19. yüzyılın sonlarında yaşamış gerçek kişiler olsa da roman onların hikayelerini yeniden anlatmak yerine, bu isimleri tarihsel bağlamlarına sadık kalarak, yenilikçi ve yaratıcı bir şekilde yeniden hayal ederek kurgulamaktadır. Gerçek ve kurgunun bu harmanı, objektif gerçeklik kavramını sorunsallaştırır ve gerçekliğin genellikle bir yorum meselesi olduğunu önerir ki bu da önemli bir postmodern temadır.

Roman, tarihsel üst-kurmacasını anlatırken, zamanı manipüle eden anlatı tekniklerini de ustalıkla kullanır: flashback ve flashforward. Bu geriye ve ileriye dönüş tekniği zamansal bir yönelim bozukluğu yaratırken, karakterlerin iç dünyalarını ve motivasyonlarını daha da ayrıntılı bir şekilde açığa çıkarır ve okuyucunun hikâyeyi daha karmaşık ve çekici bir şekilde deneyimlemesini sağlar. Okuyucu, bir sonraki sahnede ne olacağından her zaman emin olamayacağı için de okuyucu üzerinde gerilim duygusu yaratmaya da yardımcı olur.

Flashbackler, roman boyunca Dr. Breuer ve Nietzsche'nin geçmiş deneyimlerini ve travmalarını aydınlatır. Örneğin, Breuer'in flashbackleri genellikle Bertha adlı genç bir hastasına olan takıntısını irdeler. Bu anılar, Breuer'in kişisel ve profesyonel yaşamındaki stresin altını çizer ve Nietzsche'nin terapiye olan baskın direncinin arkasındaki gerekçeleri de anlamasına yardımcı olur. Aynı zamanda, bu flashbackler, Breuer'in kişisel krizini ve yaşadığı derin ahlaki ikilemleri de anlamamızı sağlar. Yazar Yalom, bu flashbackleri kullanarak, psikoterapinin erken dönemlerindeki etik ve profesyonel çizgilerin belirsizliğine dikkat çeker.

Öte yandan, flashforwardlar, gelecekteki olaylara dair ipuçları sunar ve okuyucunun merakını uyandırır. Yalom, bu teknik ile Nietzsche'nin gelecekteki düşüncelerini ve felsefesini yavaş yavaş açığa çıkarır. Bu, Nietzsche'nin ünlü Tanrı öldü ifadesini ve üst insan kavramını kapsar. Bu flashforwardlar, hikâyenin mevcut olayları ile Nietzsche'nin felsefesinin gelecekteki evrimi arasında bir bağlantı kurar ve bu evrimi, Breuer ile geçirdiği terapötik oturumların bir sonucu olarak çerçeveleme yolunu seçer.

Roman boyunca kişisel sıkıntıları ve yaşamının anlamı üzerine yoğun bir düşünme sürecine giren Nietzsche’nin, bu süreçte, roman içindeki diyaloglarda da ölüm motifinin sürekli işlenmesi, bir tür öngörü veya flashforward olarak belirir. Bu görüntü, Nietzsche'nin, yaşamın geçiciliği ve kaçınılmaz sonu hakkında derin düşüncelere girmesini sağlar. Bu postmodern anlatı, Nietzsche'nin yalnızca onun ölümlülüğüne olan kişisel yanıtını değil, aynı zamanda Amor Fati yani gerçek eserlerinde de sıklıkla kullandığı Kaderini Sev kavramını ortaya çıkarır. Bu kavram, Nietzsche'nin hayatın acılarını ve trajedilerini kabullenmesini ve hatta bunları kutlamasını ifade eder. Ayrıca Nietzsche'nin karakter derinliğini ve felsefesinin evrimini belirginleştirir. Kişisel sıkıntıları ve ölümle yüzleşmesi, Nietzsche'nin daha sonraki düşüncelerinin temelini oluşturur ve onun Amor Fati kavramını benimsemesine yardımcı olur. Bu durum, romanın genel temasını destekler. Kişisel acılar ve zorluklar, bireyin kişisel büyümesi ve felsefi anlayışının gelişmesi için bir araç olabilir.

Bu nedenle, Nietzsche Ağladığında, Yalom'un flashback ve flashforward tekniğini kullanması, karakter gelişimini ve temaların evrimini zenginleştirirken, okuyucuya da derin ve çok katmanlı bir okuma deneyimi sunar, hikâyenin karmaşıklığını artırma işlevi görür. Bu teknikler, okuyucuya hikâyeyi kendi perspektifinden değil, karakterlerin çok boyutlu deneyimlerinden bir perspektif sunar. Bu, okuyucunun hikâyeyi daha karmaşık ve çekici bir şekilde deneyimlemesine olanak sağlar. Ayrıca çoklu bakış açılarının, geriye ve ileriye dönüşlerin kullanımı, romanın postmodern duyarlılığına da katkıda bulunur.

4. Disiplinler Arası Yaklaşım

4.1. Nietzsche Ağladığında ve Psikanaliz İlişkisi

Nietzsche Ağladığında romanının disiplinler arası noktada diğer birçok edebi eserden ayrıldığını söylemek gerekir. Yalom, romanda felsefe ve edebiyat kadar, psikanaliz disiplinini de merkeze alır, böylece Nietzsche Ağladığında’yı, psikanalitik terapiyi hem hikâyenin temel unsurlarından biri hem de genel anlatıya eklektik bir şekilde entegre edildiği özgün bir çalışmaya dönüştürür. Romanın kahramanlarından Josef Breuer'in bir psikiyatrist olarak portresi, psikanalizin temel ilkelerinin ve tekniklerinin uygulanmasını sağlar. Breuer'in Nietzsche ile olan terapi seansları, Freud'un talking cure yani konuşma tedavisi, bir diğer deyişle baca temizliği fikrinin bir örneğini oluşturur. Bu, hastaların rahatsızlıklarının kökenini bulmada bilinçdışı düşüncel ve duyguların önemini vurgular. Breuer'in Nietzsche'nin varoluşsal sıkıntılarını ve travmalarını çözümlemeye çalışması bir nevi psikanalitik yaklaşımın temel ilkelerini ve hedeflerini somutlaştırır. Romandaki genel anlatı da okuyucuya psikanalizin etkilerini hissettirir. Karakterlerin iç dünyaları, psikanalizin incelikli ve karmaşık dünyası kadar derin ve karmaşıktır. Karakterler arasındaki diyaloglar ve ilişkiler -çoğu zaman- bilinçdışı düşünceler, arzular ve korkular üzerinden şekillenir. Özellikle, karakterlerin geçmişi, iç çatışmaları ve hayatlarındaki belirli olaylar üzerinde yoğunlaşan anılar, düşünceler ve takıntılar psikanalizin kilit kavramları olan bastırma, transferans ve direnç gibi fikirlerle iç içedir.

Ayrıca, Yalom, psikanalitik unsurları, romanın genel yapısına ve anlatı tekniğine de entegre eder. Özellikle, romanın anlatısının zamanla oynaması ve kurgusal olaylar üzerinden geçmişi ve geleceği keşfetme süreci, psikanalizin özünde yer alan zaman kavramının ve geçmiş deneyimlerin bugünkü durumumuzu nasıl etkilediğinin bir göstergesidir. Üstelik Yalom, psikanalitik unsurları sadece bir hikâye çerçevesinde değil, aynı zamanda karakterlerin iç dünyalarının, ilişkilerinin ve zamanın algılanmasının şekillendirilmesinde de kullanır. Böylece, roman, psikanalizin, felsefe ve edebiyat ile birlikte, disiplinler arası bir yaklaşımın parçası olarak nasıl işlenebileceğine dair kapsamlı bir bakış açısı sunar.

4.2. Nietzsche’nin Felsefi Düşüncelerinin Romandaki Yeri

Romanın merkezinde, Nietzsche'nin yaşamı ve felsefi düşünceleri yer alır. Yalom, Nietzsche'nin düşüncelerini ve ideolojilerini, romanın anlatı ve karakterlerine dahil etmeyi ustalıkla gerçekleştirir. Nietzsche'nin eserlerinde ve yazılarında dile getirdiği temel fikirler, romanın bütününe nüfuz eder ve bu da okuyucuya, filozofun düşüncelerine daha kapsamlı bir bakış sunar.

Romanda, Nietzsche'nin düşüncelerinin en belirgin şekilde görüldüğü alan, terapötik seanslar sırasında, Dr. Breuer ile girdiği derinlikli konuşmalardır. Bu diyaloglar, Nietzsche'nin felsefi görüşlerinin, aynı zamanda, bir terapötik araç olarak kullanılabileceğini gösterir. Örneğin, Nietzsche'nin romandaki bir diyalogda geçen: “Beni öldürmeyen şey güçlendirir" (Yalom, 2010, s. 92) sözü, Breuer tarafından Nietzsche'nin varoluşsal sıkıntılarına bir çözüm bulmak için kullanılır. Bu, Yalom'un, Nietzsche'nin düşüncelerinin, bir kişinin içsel çatışmalarını çözmede ne kadar etkili olabileceğini anlamamızı sağlar.

Romanda, Nietzsche'nin Güç İstenci konsepti de önemli bir rol oynar. Nietzsche, bu düşüncesinde, insanların hayatlarını yönlendiren en önemli motivasyonun, güç ve üstünlük arzusu olduğunu öne sürer. Bu kavram, romanın birçok bölümünde, karakterlerin motivasyonlarını ve hedeflerini anlamamızı sağlar. Nietzsche'nin bu düşüncesi, Breuer'in Nietzsche'ye olan yaklaşımını ve onunla kurduğu ilişkiyi de belirler.

Ayrıca Nietzsche'nin Tanrı Öldü felsefi önermesi de romanda: “Biz Tanrının öldüğüne inanıyoruz” (Yalom, 2010, s. 192) diyaloğuyla yer alır ve bu da onun ahlaki ve dini düşüncelerine dair önemli bir bakış sunar. Bu düşünce, Nietzsche'nin insanların geleneksel değerler ve inançları üzerinde durmasına karşı çıktığını ve bunun yerine bireysel özgürlüğün ve özerkliğin önemini vurguladığını gösterir.

Nietzsche Ağladığında, Nietzsche'nin felsefi düşüncelerini, bir terapötik çerçeve içinde diyaloglarla ele alır ve bu düşüncelerin bireysel yaşamlar ve psikolojik süreçler üzerindeki etkisini inceler. Yalom, bu süreçte, Nietzsche'nin düşüncelerini, karakterlerin yaşamlarına, düşüncelerine ve hislerine etkileyen dinamik bir güç olarak sunar. Bu, Nietzsche'nin felsefi düşüncelerinin, bireysel yaşamları ve psikolojik süreçleri anlama ve ele alma biçimimizi nasıl etkileyebileceğine dair özgün bir bakış sunar. Böylece, Yalom'un romanı, felsefenin edebiyat ve psikanalizle etkileşimini gözler önüne sererek, disiplinler arası bir yaklaşımın ne kadar etkili olabileceğini gösterir.

Sonuç

Nietzsche Ağladığında romanı, kurgusal ve tarihsel karakterlerin, zaman ve mekânın ayrışmasını, iç içe geçen hikâye çizgilerini, içerik ve biçimin kaygan bir şekilde birbirine geçişini kullanarak, postmodern edebiyat içerisinde önemli bir yeri olduğunu ispatlar. Yalom, Friedrich Nietzsce, Dr. Josef Breuer, Lou Andreas-Salomé ve Dr. Sigmund Freud gibi gerçek tarihsel kişiliklerle kurgusal karakterler arasında ustaca bir karışım yaratır ve bu karmaşık yapı, zaman ve gerçeklik algısını belirsizleştirerek, üst anlatının bozulmasına neden olur.

Postmodern anlatının özünde, dilin, gerçekliğin ve tarihin çeşitli yorumlarına olan açıklığı ve çoğulculuğu yatar. Yalom, bu prensipleri, romanında felsefi düşüncelerin ve psikanalitik teorilerin tartışılmasıyla yansıtır. Nietzsche'nin özgürlük, acı ve yaşam hakkındaki düşünceleri, bireylerin ve toplumun anlam ve değerlerine dair postmodern bir perspektif sunar.

Bunun yanı sıra roman, yalnızca Nietzsche'nin felsefi düşüncelerini ele almakla kalmaz, aynı zamanda kendi zamanının sosyo-kültürel ve politik atmosferine ışık tutar. Bu bağlamda, Nietzsche Ağladığında, postmodern edebiyatın çeşitlilik, çoğulculuk ve dekonstrüksiyon gibi temel özelliklerini yansıtır. Bu şekilde, Yalom'un bu eseri, postmodern edebiyat geleneğinde kendi yerini sağlamlaştırır ve onun bir örneği olarak kabul edilir.
Bu çalışma, Nietzsche Ağladığında romanının çok boyutlu karakterini, felsefi ve psikanalitik unsurlarını ve edebi tekniklerini kapsamlı bir şekilde incelerken, romandaki postmodern özellikleri ve anlatı tekniklerini belirlemeye yönelik önemli bir katkıda bulunmayı amaçlamıştır.

Sonuç olarak, Nietzsche Ağladığında, postmodern edebiyatın çeşitli özelliklerini ve tekniklerini kullanan, hem zengin bir edebi deneyim sunan hem de okuyucuları düşündürmeye teşvik eden özgün ve etkileyici bir romandır.




Yorum Gönder

0 Yorumlar