İkisi de Biliyor

 



Zaman, pek de doğrusal değildir. Geçmiş, gelecek ve şimdi, birbirine karışmış bir masal örgüsünde devinir.

“Gençlik tez canlıdır… Ve gönüllerde uyuyan yılanlar artık baş kaldırmalıdır”.

Erkek, niçin kızı görmeden duramıyor?
Acaba kız da erkeği seviyor mu?
İşte, gökte ay ışığı, gönüllerde çetin zemheri… Böyle başlamıştı zamanı aşmaya çalışan bir aşkın sınırında her şey… 

Erkek, kızı görünce gençleşiyordu. Kız, onunla her bakıştığında büyüyordu ta ki aynaya her döndüğünde yeniden küçülene kadar.
Yaş mı? 
Konuşulmadı... Sorulmadı hiç. Söz bozar diye, söz yetmez diye. Zaten sorulması da ayıptı. Hem bazı şeyler söylenince kirlenir bu kâinatta. Bazı hakikatler dile gelirse düşer. İşte onlar da bundan çekiniyordu. Çünkü ikisi de o çizgiyi aşarlarsa zamanın cezasından korkuyordu. Çünkü zaman, öyle bir canavardı ki; kızın masal gibi güzelliğiyle gençliğini, erkeğin de olgun yüreğini bir anda yutabilirdi…

Ama kalp yutulmazdı.
Çünkü kalp zamanı reddederdi ve zamandan önce yaratılmıştı.
O, “bildiğini” isterdi…
Ve erkek de bildiğinin peşinden gitti…

Kız, gönül çelen… Cilveli, fettan… Ve bir tanrıça gibi güzel. Bir bakışta zamanı bükebilen, bir gülüşle her şeyi susturup geleceği başlatan türden… Erkeğin başını döndürüyor, gönlündeki yılanı okşuyor, onu çaresiz bırakıyor… Saçları güneşe renk vermiş, gökyüzünden yeryüzüne düşen her yıldız ise onun saçlarında parlamak için gelmiş...

Her gülüşüyle yeryüzü hafifliyor, erkeğin gönlünde nice çağın sesi uyanıyor…

İkisi de seviyor...
Ama ikisi de söyleyemiyor işte…
Çünkü zaman bir şeyi dinlemez. İnsanın dileğine kulak vermez. Sadece devam eder; hem de insanın içini oyup geçerek.

Bir gece… Yıldızlar yere daha yakın gibiydi. Erkek, kızı aynı yerde buldu. Kızın gözlerinde buğulu bir ışık. Bir şey sormadan yanına oturdu. Hikâye odur ya, bir kader örüntüsüyle parmakları birbirine değdi. Ve o an… Zaman gerçekten kıskançtır... Bu türden aşkları hazmedemez. Hemen bir çığ düştü içlerinden birine. Belki kıza, belki erkeğe. Kimse bilmedi…

Kız, kendi dünyasının zaman diliminde, bir anda başını erkeğin omuzuna yaslamak istedi. Saçlarının kokusu, toprakla gökyüzü arasındaki bir rüzgâr oluverdi. Bütün cihanı seyran etti. “Bak” dedi o sırada kız. Küçücük parmağını kaldırdı ve erkeğin koluna tırnağıyla bir iz çizmeye başladı. Ne çizdiğini sormadı erkek. Sadece izledi…

Ay, geceyi örtmekle meşguldü o sırada. Bu ize şahit olamadı… Gök boşluğunda sessizce parıldayan yıldızlar ise onların kaderine dair söyleyeceklerini çoktan unutmuştu. Dünya, kendi devinimini sürdürüyordu; kimsenin gönlüne aldırmadan…

Erkek, kızın koluna çizdiği izi günlerce düşündü. Bir gece, artık düşünmekten yorulunca kızın karşısına çıktı. “Bu çizdiğin şey ne?” dedi. Kız, omuz silkti. Saçları rüzgârda hafifçe savruldu. “Bir şey değil” dedi, “Geçer…”.

Erkek başını salladı: “Geçmez…”.
Kız, dudaklarını ısırdı. Gözlerini yere indirdi.
Ve zaman orada bir dikiş yeri buldu o gece… Küçük bir iz... Fakat erkeğin geçmesini asla istemediği bir iz…

“Ben seni her gördüğümde içimde bir şey kanıyor” dedi erkek aniden. Kız, başını kaldırdı ve hafifçe güldü. Ama o gülüşte büyük bir acı vardı: “Kanayacak tabi” dedi, “Kalp böyle çalışır. Kanamazsa ölür”.

Ve bir rüzgâr geçti ikisinin arasından. Bir ırmağın kıyısında suskun bekleyen taşlar gibi oldular sonra. Ne el uzatabildiler birbirlerine ne de sarılabildiler. Sadece baktılar… Erkek, kızın güzelliğine baktıkça daha da gençleşiyordu. Kız, erkeğin yüzünü gördükçe daha da büyüyordu…

Masalların en çetiniydi bu.
Ne yaşı vardı ne başı ne de sonu.
Sadece bir iz… Bir bakış…
Ve içten içe büyüyen bir şey; itiraf edilmeyen, söylenmeyen...

Gecenin o saatinde, erkek bir “Ah” çekti. Kız, gözlerini yumdu. Gökyüzü biraz daha döndü. Ay küçüldü, yıldızlar yoruldu, gece yıprandı.

Ve zaman, kendi hanesine bir çizik daha attı.
Ve gönüldeki yılanlar hâlâ aynı sesi çıkarıyordu: “Acaba kız da erkeği seviyor mu?”
Ve gökteki Ay soruya cevap veriyordu:
“İkisi de seviyor… Ama ikisi de söyleyemiyor işte…”


20 Temmuz 2025
İspir



Yorum Gönder

0 Yorumlar