Post-Truth Dönemde Türkçülüğün Gerçeklik Mücadelesi -1
POST-TRUTH DÖNEMDE TÜRKÇÜLÜĞÜN GERÇEKLİK MÜCADELESİ[1]
Her şeyden evvel akademik tartışmalar ile genel okuyucu arasında bir basamağın daha inşa edilmesi gereklidir. Fikri; pazarlama güdümlü parantez alıntılardan, sayfanın yarısını işgal etmiş gereksiz dipnotlardan, etliye sütlüye karışmayan “yuvarlak” cümlelerden arındırarak genel okuyucunun anlayacağı bir üslupla aktarmak, Post-Truth gibi kompleks kavramların anlaşılması için en nihai yol olacaktır.
En nihai cümle de makalenin en başında söylenebilendir: Post-Truth, “hakikat” maskesi takmış bir haçlı seferidir! Kurnaz bir tilkinin izlerini taşıyan tilki postudur! Küresel bir aldatmaca ve “gerçek” denilen yılanın deri değiştirmiş hâlidir!
Post-Truth
gibi küresel akımlar, birçok düşünceye, pratiğe, eyleme karşı savaş açmış olsa
da en temelinde millî kimlikleri aşındırmak için hareketlendirilmişlerdir. En
sinsi gayeleri, millî refleksin dayandığı tüm tarihî gerçekleri çarpıtmak ve
nihayetinde de millî duruşu temelsiz bırakarak yok etmektir. İşte tam da bu
noktada, bu akımlara karşı Türkçülüğün “millî hakikatleri koruma”
misyonu, meşru şekilde proaktif bir yaklaşımla devreye girer. Küresel ölçekte
hakikati yok sayan her tehdide karşı, millî gerçekleri savunan aleni bir cephe
yaratır ve “Yeni Dünya” zincirinin, millî kimliği sarsma temelli olan
her halkasının karşısında dimdik durur.
Bilineceği
üzere dünyanın fikir ve düşünce iklimi, uzunca zamandır Batı medeniyetinin
hegemonyası altındadır. Kuramlar, ideolojik yaklaşımlar, siyasi sistemler,
sanatsal biçimler hatta ekonomik modeller dahi Batı düşüncesinin
şekillendirdiği bir zeminde yükselmiştir. “Batı’nın entelektüelleri”
aracılığıyla yaratılmayan hiçbir malzeme, dünyanın farklı coğrafyalarına tesir
edebilecek kuvveti kendinde bulamamıştır. İşte bu çalışmada ele alacağımız
Post-Truth denen bu yeni dünyanın mimarı da entelektüelleri aracılığıyla yine
Batı olmuştur.
·
Post-Truth’ u Tanımlandırma Meselesi
Post-Truth ile ilgili envaiçeşit tanım,
çekim, yorum, hepsi birbirinden sentezlenmiş yığınla ifade görmek mümkün olsa
da -Türkçe adına- tüm bu tanımlandırma meselelerinin ortak hususu aslında “tanımlandırılamamış”
olmalarıdır. İlgili kavramın basit bir şekilde izah edilmesi yerine bu
çalışmalar, yuvarlak cümlelerle, anlaması güç teknik terimlerle okuyucuyu dolambaçlı
yollara götürerek adeta Post-Truth'u anlamayı zorlaştıran bir paradoks yaratmıştır.
Bilinçli şekilde yapılmış olma olasılığı yüksek bu eğilimler, zihinleri
karıştırmaktan öteye yol alamamış olsa da nihayetinde gelinen noktada “herkesin
kendi hakikatini yaratmış” olması, aslında tezat bir şekilde kavramın
kendisini de izah ettirmektedir.
Post-Truth kavramındaki “post” ön
eki, İngilizce’de kullanılan after gibi, “bir olaydan sonra” veya “bir
şeyin ardından” anlamında değil, kendinden sonra gelen diğer kavramın aslında anlamsız,
değersiz, önemsiz olduğu bir “zamanı” ifade etmekte kullanılır. Örneğin,
“post-war”, savaş sonrası; “postmodernism”, modernizm sonrası; “post-colonialism”
ise sömürgecilik sonrası dönem anlamına gelen sözcüklerdir. Dolayısıyla,
Post-Truth derken de “Truth’ların önemini yitirdiği bir dönem” den
bahsetmiş olunur.
Truth
sözcüğü temel olarak kendine sözlükte “gerçek” ve “hakikat” gibi karşılıklar
bulmuştur. Bunların arasında gerçek ifadesi, somut olaylara ve insanın
zihni dışında var olan olgulara işaret ederken; hakikat ise daha derin
bir şekilde, kişinin var oluşu anlama, kavrama, yorumlama çabasıyla
ulaşılabilen bilinç seviyesinin algı düzeyiyle alakalı bir durumdur. Yani gerçek
ontolojiktir, kendiliğinden var olandır. Hakikat ise epistemolojiktir; bilgiye,
veriye dayalı olandır. Post-Truth döneminde de asıl mesele, olguların varlığı
yahut inkârı değil, hakikatin içinin boşaltılmasıdır. Dolayısıyla
Post-Truth’a, “gerçek sonrası”, “gerçek ötesi”, “gerçek aşırı”, “post olgusal”
gibi yapılmış düz tanımlamaların aksine; “Hakikatin Önemsizleştirilmesi”
veya “Hakikatin Önemsizleştirildiği Çağ”[2] demek
daha doğru olacaktır. Çünkü bu iki ifade
de Post-Truth döneminin temel dinamiği olan hakikatin, belirgin bir aktör
olması yerine pasif olarak dışsal dinamiklerin (siyaset, medya, ideolojiler
vb.) etkisi altında kaldığını öne çıkarır. Hakikatin, etken olarak “önemsiz”
olduğunu değil, edilgen olarak “önemsizleştirildiğini” vurgular. Aynı
zamanda, gerçeklerin “kasıtlı” bir şekilde manipüle veya göz ardı
edildiğini fakat bu manipülasyonun kaynağını tespit etmenin de belirsizleştirildiği
bir dünyayı özetler.
· Hakikatin
Önemsizleştirildiği Çağ: Bir Postmodern Yüzyılı
Modern düşünce akımlarının somut hedeflerle
şekillenen mücadeleleri, Postmodern dünyada yerini içsel ve soyut çatışmalara
bıraktı.
Mesela Modern Feminizm; eğitim hakkı, siyasi
temsiliyet, eşit çalışma koşulları, güç paylaşımı gibi evrensel olarak kabul
görmüş ilkeler etrafında kolektif bir dil inşa ederken Postmodern Feminizm bu
zemini adeta parçalayarak “cinsiyetsizlik” gibi biyolojik gerçeklerle de
çelişen bir ütopyayı merkeze yerleştirmeyi amaçlıyor. Böyle bir ortamda da
artık kadın-erkek tartışmasının ötesinde, insan bedeninin biyolojik normlarına
meydan okuyan aykırı bir "kimliksizleştirme" savaşı beliriyor.
Ayrıca rasyonel argümanların yerini duygusal tepkiler ve kültürel kodların
radikal reddiyesi alırken, toplumsal söylemde de yeni bir paradigmanın oluşumu hedefleniyor.
Adına “postmodern savrulma”
diyebileceğimiz anlatı, Batı toplumlarında “alt-right”[3]
gibi ideolojik karşı devrimleri tetiklerken Türkiye gibi “yorgun” toplumlarda yıkıcı
bir etki yaratmaktadır. Yerel değerlerle çatışan postmodern yaklaşımlar,
ülkemizde “çağdaşlık” kisvesi altında ithal bir ideoloji olarak benimsenmektedir.
Örneğin, geleneksel aile yapısını hedef alan “toplumsal cinsiyet”
söylemleri, kopyala-yapıştır mantığıyla Batı’daki tartışmalardan gündemimize
aktarılırken, toplumumuzun sosyolojik gerçekleri göz ardı edilmektedir. Bunun nihai
sonucu olarak da hem kendi milli birikimine yabancılaşan hem de “ithal
fikirleri özümseyemeyen” Post-Truth insanlar ortaya çıkmaktadır.
1992 yılında Post-Truth kavramını ilk kez
ortaya atan Steve Tesich, “A Goverment of Lies”[4]
adlı makalesinde, Amerikan milletinin çoğul bir kısmının Reagan ve Bush
hükümeti tarafından yapılan siyasi propagandaları ve yalanları gerçekmiş gibi
kabul ettiğini, artık insanların hakikati aramak yerine önlerine gelen bilgi
yığınlarını sorgulamadan kabullendiğini belirterek[5]
bir eleştiride bulunmuştur. Bu eleştiride Post-Truth’u anlamlandıran çok
önemli bir vurgu vardır ki o da siyasi figürlerin propaganda yapması veya yalan
söylemesi değil, artık toplumun da hakikati bilmeyi istememesidir.
Facebook, Instagram, Twitter başta olmak
üzere 21. yüzyılda ileri teknolojinin getirmiş olduğu “sanal gerçeklik
dünyası”, Dünya’nın farklı bölgelerinde yaşayan insanlarını, aynı yaşam
tarzına, aynı düşünce biçimine, aynı trendi takip etme koşucularına dönüştürdü.
Aralarında kan, kültürel veya tarihsel bir bağlılığı dahi olmayan birçok
millet, bu büyük şirketlerin algoritmalarıyla birbirine benzer “türdeş
topluluklar” haline evirtildi. Bu platformlar dâhil bütün internette, yalanlarla,
propagandalarla, gelişigüzel oluşturulmuş dayanaksız bilgilerle insanlar, gerçeğin
bulanıklaştığı, hakikati bulmanın silikleştiği bir Post-Truth çağında yaşamaya
başladılar. Bu gelinen noktada da kitleler; kendi dünya görüşlerine, duygusal
eğilimlerine hatta zihinlerinin duymak istediklerine uygun gelen “her şeyi”
sorgulamadan kabul etmeyi, yalan olsa bile “kendi gerçekleri” ile
örtüştüğü müddetçe bundan rahatsızlık duymamayı prensip edercesine bir
eğilim gösterdiler.
Steve Tesich, bu eğilimi şöyle vurguluyor: “Daha
da korkutucu olan, totaliter canavarların rüyalarında bile göremeyeceği bir
halk prototipi haline geliyor oluşumuz. Bütün diktatörler gerçeği bastırmak
için şimdiye kadar çok çalıştı. Biz ise eylemlerimizle bunun artık gerekli
olmadığını, gerçeği önemsizleştiren bir ruh mekanizması edindiğimizi
söylüyoruz. Özgür bir millet olarak, "gerçek sonrası" bir
dünyada yaşamak istediğimize karar verdik.”[6]
Ayrıca, gazeteci Katharine Viner, “How Technology
Disrupted The Truth”[7]
başlıklı yazısında, insanların geçirdiği dönüşümü
şöyle özetlemektedir: "İlk web sitesinin yayına girmesinden 25 yıl
sonra, baş döndürücü bir dönüşüm sürecinin tam ortasında olduğumuz artık
netleşti. Gutenberg'den sonraki 500 yıl boyunca bilginin baskın biçimi basılı
sayfaydı: bilgi öncelikle sabit bir formatta sunuluyordu ve bu durum,
okuyucuların istikrarlı ve yerleşik gerçeklere inanmasını teşvik ediyordu.
Şimdiyse, karşıt güçler arasında sarmalanan
bir dizi karmaşık çatışmanın içinde sıkışmış durumdayız: gerçek ile yalan,
olgular ile söylentiler, nezaket ile acımasızlık arasında; azınlık ile
çoğunluk, dijital bağlantılılar ile yalıtılmışlar arasında; internetin
kurucularının hayal ettiği açık platform ile Facebook ve benzeri sosyal ağların
duvarlarla çevrili alanları arasında; bilinçli bir toplum ile yanlış
yönlendirilmiş bir kalabalık arasında."[8]
Bir sonraki yazıda, Post-Truth’un milletimiz
ile örüntüsünü, bize karşı oluşturduğu tehdit alanlarını, özetle, Türkçülüğe
karşı postmodern bir haçlı seferini irdelemeye başlayacağız.
[1] Kullanılan yabancı kaynakların çevirileri
bu çalışmanın yazarı tarafından yapılmıştır.
[2] Post-Truth kavramı için “Hakikatin
Önemsizleştirilmesi” ve “Hakikatin Önemsizleştirildiği Çağ” tanımları Yunus
Emre İspir tarafından yapılmıştır.
[3] Alternatif sağ. Aşırı sağcı ve beyaz
milliyetçi bir siyasi hareket.
[4] Yalanlar Hükûmeti.
[5] Tesich, S. (1992, 01 6). A Goverment of
Lies. The Nation.
[6] Tesich, A Goverment of Lies.
[7] Teknoloji Gerçeği Nasıl Altüst Etti.
[8] Viner, K. (2016, 07 12). How Technology
Disrupted The Truth. The Guardian.
Yorumlar
Yorum Gönder