Kırgın Kelebek / Öykü
KIRGIN KELEBEK
Dışarısı griydi. Gri ne beyaz kadar masumdur ne de siyah kadar kararlı…
Kararsızlığın, tereddütün, eski bir mektubun buruşturulmuş kenarı gibi solgun ve kimsesizdi o gün hava. Sahaf dükkânının caddeye açılan büyük camı, olduğu gibi gökyüzünün grisini taşıyordu yüreğinde. Yağmur, bütün canlıları yuvalarına kaçıracak bir hışırtıyla yere inmek üzereydi neredeyse. İşte o gün Burkay, yırtılmış bir mektubun zarflanmış hali gibi taşıyordu yalnızlığını mahzenindeki masasında oturarak. Nihayetinde sahaf dükkânları birer mahzendir. Duvarlarında sadece nem değil, geçmişin soluğu, hatıraları vardır. Raflar, dirilerin hatıralarını değil, ölülerin fısıltılarını taşır. Burkay da kendi ruhunun zamanında, burada yaşıyordu işte…
Bekliyordu…
Hikâyenin saati tam öğleni göstermekteydi. Yağmur, büyük bir gürültüyle bütün şehrin üstüne çöktü. Bütün canlılar sığınacak bir yuva aradılar. Kuşlar, sık yaprakların arasına; tavşanlar ağaç kovuklarına, kedi ve köpekler de çatıların yağmuru örttüğü köşe bucaklara sığındılar. Kanat pulları kırılgan olan kelebek ise bir ağaç kabuğuna tutunmuş, yağmurdan ve rüzgârdan korunmaya çalışıyordu pek mümkün görünmese de…
Ve biraz sonra sahafın kapısı açıldı. Kapının üstündeki dükkân çanı çınladı. Bu kez bu tını her zamandan farklı olarak, eski bir melodinin ilk notasını hatırlatırcasına Burkay’ı dalgınlığından uyandırdı. Başını kaldırdı ama ona bakmamaya çalıştı. Çünkü ilk bakış, daima en zayıf andır. Kadın içeri girmişti. Üstü sırılsıklam, saçlarından su damlaları ağır ağır yere düşüyor ve elleri de üşümüş; kırılgan bir kelebek gibi…
Aralarındaki ilk diyalog, bütün hikâyelerde beklendiğinin aksine tabii ki de kitaplar üzerine olmadı. Bu yalnızca bir sessizlikti. Çünkü bazı sessizlikler, kelimelerden daha uzun sürer…
İşte böyleydi ıssız adam ile yalnızlığını bir ağaç kabuğuna tutunarak bulacak kelebeğin kesişmesi. Ancak bu kesişme, her ikisinin de yolu birlikte yürüyecekleri anlamını taşıyacak mıydı? Hikâyelerde bu durum pek tabii mümkündü ama ya gerçekte?
Bu ise hem gerçek hem bir hikâyedir ve bazı yollar iki kişilik değildir…
Zaman birden hızlanmıştı: “İçeri girebilir miyim?”
“Kitaplar yabancılara alışık değildir, fakat sessizseniz sevilirsiniz” dedi Burkay, “Tabii ki de girebilirsiniz”. Gülümsedi kadın. Sessizdi gerçekten. “Kelebekler hep sessiz değil midir zaten…”
Ceketini çıkarıp, bir sandalyenin üzerine bıraktı. Dağınık saçlarını bileğine taktığı tokasıyla topladı. Çantasından çıkardığı bir mendille elini ve yüzünü kuruladı. Kırmızılığı artık kar beyazına dönen elini sahafın girişindeki ilk rafa, yalnızca Ruh Adam’a uzattı. Burkay’ın gözleri irkildi.
“Mecnûn'a cihan dopdolu Leylâ görünürmüş” dedi kendi kendine.
“Affedersiniz, bir şey mi söylediniz duyamadım” dedi kadın.
“Hiç” dedi Burkay, “O kitap, suskunların kitabıdır…”
Haftalar, belki de çağlar geçti. Günler sayfalar gibi çevrildikçe kadın da hep geldi. Her gelişinde daha da çok kaldı. Her geldiğinde kitabın başka bir cümlesini konuşmaya başladılar o mahzende. İçlerindeki arzu bir girdap gibi durmadan büyüdü. Her defasında bir fincan kahve de eşlik etti onlara ve yağmur ise hiç durmadı. Kadın, hayatında ilk kez biriyle konuşurken kendini hiç savunmuyor, yalnızlıktan korkmuyor ama yine de sevilmemekten ürküyor… Erkek, şehre değil, zamana kırgın. Aşka değil, mazisine yorgun; ıssız. Derin izleri var ve o izler hâlâ kaşınıyor…
Bir başka sabah, yağmur yine yağdığında, gökyüzünün grisi sahafın camına tekrar yansıdığında kadın yine geldi. Dükkân boştu. Ne kitap vardı ne masa ne de Burkay. Üzüntüden yere çöktü. Ruh Adam raftan kaldırılmıştı ama tozu hâlâ oradaydı. Avuçlarını Ruh Adam’ın durduğu rafın tozuna buladı.
O günden sonra kimse Burkay’ı bir daha görmedi.
Ama bazen, gece vakti sahafların camında kendi yansımasını gördüğünü sananlar, ikinci bir yansıma daha görürler. Ve o yansıma hep bir kitaba bakar: Ruh Adam’a…
Sanki sayfaların arasından birini arar gibi…
***
Yıllar sonra…
Bir şehirde küçük bir sahaf açıldı. Tabelasında “Kırgın Kelebek” yazmaktaydı. İçeride raflardan birinde, girişteki ilk koca rafta yan yana sadece iki kitap duruyordu. Biri Ruh Adam, diğeri ise isimsiz. İsimsiz kitabın ilk sayfasına ince bir yazıyla şunlar not düşülmüştü:
“Bu aslında bir hikâyeydi. Belki gerçek. Belki de zamanın rüyası. Ama bazı yollar, hâlâ iki kişilik değildir...
Çünkü bazı kelebekler, uçmayı değil, düşmeyi seçer ve bazı kalpler ise bir başka kalpte değil, yalnızca ıssızlıkta atar…”
Yorumlar
Yorum Gönder