Bir Adam - Bir Kadın / Hikâye
![]() |
BİR ADAM - BİR KADIN
"Erkek-Kız" hikayesine bir atıf olarak, Büyük Atsız'ın aziz hatırasına kocaman hürmetle... Adam, yalnızlıklar okyanusunda kimsesiz; kadın, yeşil ala gözlerinin ardında bir dünya saklıyor… Adam, tüm yaşanmışlıklarını kalemiyle anlatıyor; kadın ise gülüşüyle örtüyor tüm acılarını. Adam yenilmiş ve intiharı düşünüyor. Kadın ise beyaz atlı kahramanını bekliyor… Vakit geliyor ve tanışıyorlar… Adam, kadının gözlerine fâni
bir ömrü sığdırıyor. Kadın, adamın gözlerindeki korkusuzluğa ürkekliğini
teslim ediyor. Adam: “Gülüşün cennetimin yedinci katıdır” diyor… Kadın: “Öyle
bir cennete inanmıyorum ki ben!” diyor… Çünkü kadın ürkek, kadın hırçın, kadın kırılmış
ve asi… Adam ise bitkin, yalnız ve delirmek üzere…
Sonra adam, serap
gördüğünü zannediyor karşısında. Kadın, beklediği kahramanın o olduğuna kanaat
getirmeye çalışıyor. Adam: “Sensizliğe susadım” diyor… Kadın: “Öyle bir
kuraklığa inanmıyorum ki ben!” diyor… Adam hırçınlaşıyor: “Susuzluğumu giderecek
bir damla su verecek misin?” Kadın, inatlaşıyor: “Hayır” . Ve adam
gidiyor… Dünya karanlığa boğuluyor… Onları izleyen bütün çiçekler soluyor… Kuşlar
ötmeyi bırakıyor… Yavru kedi; annesine küsüyor, süt içmiyor… Derken sahne değişiyor…
Adam inzivaya
çekiliyor; kadın, duygularını bastırmaya çalışıyor… Adam: “Ben kimseye iyi gelmedim
ki” diyor. Kadın: “Ama masal kahramanı gibiydi ” diyor… Adam, yaptığının hata
olduğunu düşünüyor. Kadın, onu bir daha görebilmenin derdine düşüyor. Adam, ömründe
son bir kez güvenmek istiyor; Kadın ise toz pembe bir hayat düşlüyor… Ve vakit yine geliyor, karşılaşıyorlar… Bu defa adam daha ihtiraslı; Kadın ise ihtiram eyliyor. Adam:
“Sen gülüşüne taptığım, sen ağzından çıkan ilk kelimeye tutulduğum” diyor… Bu
defa kadın: “İnanıyorum ki ben” diyor. Kainat birdenbire duruyor. Dünya yeniden ışıklara
bürünüyor. Onları izleyen çiçekler tekrar canlanıyor… Kuşlar tekrar ötüşüyorlar…
Yavru kedi; annesiyle barışıyor, sütünü içiyor… Ve tüm yaratılanlar tam da bu anda şahitlik
ediyor… Adam, kadının kaşlarına bile tapmakta; kadın ise ömründe hiç olmadığı kadar bahtiyarlık duymakta…
Derken kısa bir
zaman geçiyor… Adam daha bitkin, daha yalnız ve delirmek üzere... Kadın, adamın
hasta olduğunu öğreniyor. Adam ise vaktinin az kaldığını söyleyemiyor. Kadın: “Ben
sana iyi gelirim” diyor, fakat adam inansa da delireceğini biliyor. Kadın, adamı tüm
doktorlara götürüyor: “İyi olacaksın” diyor. Adam, inansa da delireceğini
biliyor… Ve kadın ömründe ilk kez yaratıcıya dua ediyor; yalvarıyor, canının adama
verilmesini istiyor. Derken gözleri kamaştıran bir ışık, gürültüyle saçılıyor… Kadın, havaya bakmayı bırak yere bile bakamıyor. Gözlerini kapatıyor. Işık hiddetle
soruyor: “Kendi canından vazgeçecek kadar çok mu seviyorsun onu?” Kadın:
“Evet” diyor… Işık bu defa kükreyerek: “Benden de mi çok!” diyor… Kadın: “Evet”. Işık, bu defa daha da tahripkâr bir şekilde: “O yaşadığı hayatın bedelini ödemektedir” diyor. Kadın;
adamın ne yaptığını, bu kadar ıstıraplı bir cezaya neden maruz bırakıldığını
düşünüyor. Derken Işık: “Kıymet bilmemek, bir genç kızı diri diri öldürmek” diye cevaplıyor…
Kadın ürperiyor… Ortalık yıkılıyor… Tüm canlılar, buldukları ilk deliğe saklanıyor…
Ve kadın, bayılıyor…
Derken sahne yeniden değişiyor... Kadın adama
soruyor, adam işlediği tüm günahları noksansız anlatıyor. Kadın üzülüyor ama
seviyor… Çok seviyor… “Birlikte yanalım o zaman” diyor… Adam ise kadına
kıyamıyor. Kendi cezasını onunla bölüştüremiyor. Onu da bir başına bırakıp,
ıssız, körpe kulübesine kaçıp gidiyor… Kadın, bu duruma anlam veremiyor. Sadece acı
çekiyor ve bekliyor. Gözyaşları dünyaya yeni nehirler, ırmaklar oluşturuyor…
Aradan uzunca
yıllar geçiyor… Yavru kedi büyüyor. Artık o yavrularına süt veriyor. Adam ise
yıkılmış… Saçları ağarmış, sakalları birbirine karışmış, Alzheimer’a tam
teslim olmuş. Derken geceleri sadece on dakika her şeyi hatırlayabiliyor. O sırada kadının
yeşil ala gözleri aklına düşüyor. Zar, zor geri dönmeye çabalıyor. Dönüyor
fakat kimseyi hatırlayamıyor… Görüyor, çıkaramıyor… Her gece on dakika kadını bulmaya çabalıyor. Onu görmeden ölmemeye söz
veriyor…
Günlerden bir akşamüstü kadını
görüyor. Kadın evlenmiş, berhudar gibi… Adam ölmek üzere; kadın ise onu unutmuş
gibi… Ellerini açıyor isyan ediyor… Işık, kulak zarlarını patlatırcasına
çıkıveriyor… Adam: “Al canımı yeter” diyor… Işık: “Ödenecek son bir bedelin
daha kaldı” diyor… Adam çaresizce: “Nedir?” diye soruyor…
Işık: “Benden çok sevdiğini, senden çok sevdiğiyle görmek” diyor… Adam
haykırıveriyor: “Yarattığına tapmak son günahımsa, mühürleyin cennetin
kapılarını bana”…
O vakit kadının
yanına kocası geliyor. Usulca sarılıyor. Adam beyninden vurulmuşa dönüyor. Gözyaşları kuruyor… Dili boğazına kaçıyor… Ve kendi hikayesinin tepesindeki uçurumun kenarına geliyor…
Son defa dönüp kadının yeşil ala gözlerine bakıyor… Ve tam da o anda unutuyor. On dakikalık mühleti doluyor. Göz göze geliyorlar ve kadını artık hatırlamıyor…
Kadın ise şaşkın, mutlu, hüzünlü duygularla adama bakıyor, tüm yaşanmışlıklar
bir an gözlerinin önünden geçiyor. Adam ise uçurumun kenarından sessiz ve
dilsiz bir elveda ile kendi dünyasının sonsuz boşluğuna atlıyor… Adam, kadını
hatırlamadan ölüyor; kadın, adamı bir ömür hatırlıyor… Ve Dünya karanlığa
bürünüyor… Güneş doğsa bile artık aydınlık olmuyor…
|
Elazığ, 20 Ağustos 2016